Çurçava’da ki, Gazeteci Özşahin çifti: Sadece aklımız başımıza geldi
Turgay Beşyıldız- YENİÇAĞ
Rize’nin eski adı Viçe olan Fındıklı ilçesinde bir Laz köyündeyiz.
Yeşil Vadi’nin yamaçları yeşilin bin bir tonu ile donatılmış adeta, üst kısımlara doğru sanki daha koyu yeşil ile boyanmış, kapalı havalarda aşırı yağmurlar öncesi sanki başını çoğu zaman duman kaplamış gibi duruyor.
Gökkuşakları yaratan yağmurlar yağar bu bölgede sıkça, yamaç sırtlarından akan, çay köklerinin diplerinden süzülen yağmur suları, vadinin dibinde birikir, yolun altından geçen Arılı Deresi’ne toprağa karışarak dökülür.
Lazca “Daçxuri do oropa var impulen” yani “Ateş ile Aşk saklanmaz” derler. Burada da doğanın güzelliğini saklayamazsınız. Burada bazı zaman gece gelmek bilmez. Akşam karanlığı da kısa sürmek istemez. Eylül aylarında bıldırcın sürüleri kanat çırparak geçerler Arılı Deresi’nin üzerinden, Çağlayan ( Abu ) deresine doğru, üstelik taaa… karşı tepelere konarlar, bazen de avcıların torlarına tutsak olurlar.
Beyaz kazlar sürüler halinde gelirler denizin üzerinden, akşam ezanı ile başlar çakallar ulumaya, düz çayırlara iniş yaparlar gece yarısı ve sabaha karşı boğuk bir sesle de homurdanarak göçe doğru yine havalanırlar…
Fındıklı ilçesinin eski adı Çurçava yeni adı Çınarlı köyünün Danzona (Dikenli bahçe) mevkiinde, 8,5 dönümlük arazi üzerine kurulu ahşap bir dubleks, önünde içi taş duvarla örülü tatlı su takviyeli bir yüzme havuzu, bir kenarda durur bilmem kaç yıllık Sernder, bahçede dolaşan tavuklar ve yabani hayvanları evin çevre duvarlarına yanaştırmayan bir köpek Roko.
Hamiyet Özşahin 1955 yılında Samsun’un Çarşamba ilçesinde doğmuş. Tipik bir Boğa burcu. Eşi Mehmet Özşahin, 1957 Rize’nin Fındıklı ilçesi doğumlu, Yengeç burcu.
İki yetişkin evlatları var. Kızları Nergiz evli bir çocuk annesi. Eczacılık bölümü mezunu İstanbul’da bir ilaç firmasında çalışıyor. Oğlu Abdullah da evli, kendisi Avukat, Londra’dan sonra şimdi İstanbul’da artık, kendi işini kurmuş, koşturuyor Beşiktaş’ta. Onunda bir çocuğu var. Anlayacağınız Özşahin çifti iki de torun sahibi olmuş…
Ekonomik sıkıntıları olmayan, bu ülkedeki ender emekli çiftlerden biri, bağda bahçede tarımla uğraşıyorlar artık. Çay topluyorlar, kivi ve kızılcık yetiştiriyorlar. Biraz fındık var. Şimdi de bölgenin yeni ürünü gürgen ağaçlarında mantar yetiştiriciliği de yaptılar bir süre. Hatta sadece bu işi iyi öğrenmek için bir tarım müdürlüğünde kursa bile gitmişler.
Aylardır ne televizyon seyrediyorlar, ne gazete okuyorlar. Ne de internete giriyorlar. Arada bir dünyadan bir haber olmayalım diye! Gündemi zaman zaman takip etmeye çalışıyorlar. Anlayacağınız habercilikten de, medya dünyasında son yıllardaki çarpık gelişmelerden ve meslektaşları arasındaki yalaka ve kalemşör kesimden ve medyadaki tekelleşmeden, baronlaşmadan nefret edip kendilerini bir kenara çekmişler. İster inzivaya çekildiler, isterse artık doğa ile iç içe yaşamak istiyorlar da diyebilirsiniz.
Yıllarca süren her türlü uğraşın sonucunda beyinler ve vücutlar yorulmuş belli. Bahçe işleri sebze ve meyve yetiştiriciliği onları sanki dinlendiriyor gibi. Bir piyanistin, piyanosunun tuşlarında gezinirken kendinden geçmesi gibi bir şey yani.
Bütün yiyecekler bahçeden organik; Armut, İncir, Karayemiş, Kızılcık, Kivi, Mandalina, Greyfurt, Nane, Maydanoz, Lahana, Marul, yumurta, ne arasan var. Evin hemen önünden şırıl şırıl akan Arılı Deresi’nin sesi ise senfoni orkestrası gibidir. Suyu akarken denize doğru, bazen bir çello, bazen bir keman, bazen bir yan flüt, bazen de bir klarnet sesi gibi gelir kulağınıza!
Allah’tan bölge halkı bu bölgeye yıllardır HES’i sokmamış, canı pahasına sokmayacak da. Çünkü HES’in girdiği bütün civar köylerin halkı pişman, dereleri kurudu, gitti. Arılı Deresi şükür dimdik ayakta! Gece olunca bir de ona yeşil kurbağalar eklenmiyor mu? İnsanın bu kurbağaların sesiyle uyuması nasıl bir keyif olur? Evlerinin önündeki taşlıktaki geniş koltukta uzanınca anlıyor insan.
Bakın yıllarını bu meslekte geçirmiş Hamiyet Ablamıza: “Köyü sevmiyordum. Yaşlandıkça köy yaşamını sevmeye başladım. İnanır mısınız? Market de alışverişi unuttum aylardır. Kendi yetiştirdiğimiz organik sebzeleri tercih ediyorum artık.“ diyor.
Mehmet Özşahin 3 kardeş, bir kardeşi de Anadolu Ajansı’ndan emekli, her kardeşin bağı, bahçesi var ama Mehmet Özşahin yıllarını, işten vakit buldukça bu evi ve çevresini yapmakla geçirmiş. Bağdan bahçeden son zamanlara kadar para da kazanıyordu ama artık bağı, bahçeyi o da bıraktı. Hatta Özşahin çifti, zaman zaman mantar yetiştiriciliğinden kazandıklarıyla, (Artık yetiştirmiyorlar) kısa süreli de olsa yurt dışı seyahatlerine gidip, geliyorlardı. En son sanırım bir bayram sonrası ver elini ‘Küba’ diyerek, Fidel Castro’nun özgürlükler ülkesini gezip görmeye gitmişlerdi. Her ikisinin de anne ve babası sağ değil, rahmetli olmuşlar yıllar önce.
Köylerinde çay bahçesindeki, çay filizlerinin üzerinden bazen kuşlar sürtünerek, vals yaparak uçarlar. Kanatlarından bir kaç tüyü bahçeye bırakırlar. Özellikle Arı kuşları dünyanın gürültüsünü çıkarırlar mevsimleri geldiği zaman Arılı Deresi’nin kıyılarında.
Deli rüzgar esti mi, hep hızlı eser buralarda ve sonbahar da ağaçlar sararmış yapraklarını derenin üzerine savururlar. Kurbağalar gecenin karanlığında koro halinde türküler söyler. Etrafın ıslak mayhoş kokusu ortalığa yayılır. Derede sudan fırlayan küçük bir benekli Alabalık “Şlaaapp” diye suyun üzerine vurunca bakakalırsınız birden…
Hamiyet Özşahin, 1975 yılında Samsun’daki Hürriyet Haber Ajansı bürosunda mesleğe başlamıştı. O yıl Mehmet Özşahin Anadolu Ajansının Trabzon bürosundaydı, ülkenin 1980 ihtilali öncesi sıkıntılı bir dönemiydi. İşinden istifa edip Almanya’ya gitti, peşinden de Hamiyet Abla.
Özşahin çifti “1980 yılının başlarındaki artmaya başlayan şiddetli olaylardan uzaklaşmak istemiştik. Kalsaydık ya cezaevindeydik ya da ölmüştük. Çok kötü ve gergin günlerdi. İhtilaldan sonra tekrar yurda döndük” derken, Hamiyet Özşahin “12 Eylül 1983 yılında seninde ( bendenizden bahsediyor ) hizmete girdiği aynı gün başladığın Trabzon’daki Kuzey Haber Gazetesi’nde başlamıştım. Trabzon’da Sağıroğlu Otel’in önündeki binadaydık, şimdi yıkılmış. Orada iki yıl yazı işleri müdürlüğü yaptım. O yıllarda Mehmet de Uzun sokakta Günaydın Bürosunda çalışıyordu. Sonra beraber Samsun’a döndük Mehmet ile… Ben Anadolu Ajansına döndüm. Mehmet de Hürriyet Bürosuna geçti. 1992 yılında Mehmet, Hürriyet ‘in Erzurum’da Doğu temsilcisi olunca, ben de onunla Erzurum’a gittim. Orada da Anadolu Ajansı Bölge bürosunda devam ettim. Çocuklarımız küçüktü o zaman. Kızım Samsun’da doğdu. Abdullah Trabzon’da. Abdullah o yüzdende fanatik bir Trabzonsporludur. Doktoru da rahmetli şair Dr. Gündoğdu Sanımer’idi.“ diye konuştu.
Birçok işadamının ekonomik olarak battığı, zamanın çok başarısız olmuş, bu ülkede başbakanlık yapmış Tansu Çiller dönemi 1994 yılıydı, krizden dolayı Hürriyet Gazetesi Erzurum’daki matbaasını kapatmıştı. Haliyle Birçok insan gibi Özşahin çifti de bu dönemde etkilenmiş, işsiz kalmış, tekrar yollara düşmüştü. Gelin gerisini Mehmet Özşahin’den dinleyelim: “Çocuklarımızın eğitimini göz önüne alarak, Trabzon’a mı, yoksa Ankara’ya mı gidelim? derken, Başkent’te karar kıldık. Niye? Çünkü; hayatları patronlarının zevkleri için iki dudakları arasında olmayan bizimkinin dışında meslekler var. Çocuklarımız bizim çektiğimiz bu sıkıntıları çekmesin diye, kendi mesleğimize onları hiç yaklaştırmadık ve eğitimleri için Ankara’nın yolunu tutuk. Ben Star grubunda başladım. Ardından Star’ın Karadeniz temsilciliğini yaptım. Bu arada sanırım 1996 yılıydı, eşim Hamiyet’te Ankara’da Anadolu Ajansı’ndan emekli oldu “
Mehmet Özşahin‘in yazılmış ama henüz basılmamış iki kitabı olduğunu biliyoruz. Her türlü nedenlerle fırsat bulamamış, ilk fırsat da bastıracak umarım, bence bastırmalı. Çünkü; zaman çok acımasız. Yine koşturdukları bir zaman biriminde Mehmet Özşahin, Trabzon’un Arsin ilçesinde Star Gazetesi’nin matbaasını kurmak için çalışırken, Hamiyet Özşahin de eğitimleri devam eden çocuklarıyla Ankara’da kalmaya devam etti. Trabzon matbaasını tamamladıktan sonra, İzmir matbaasını tamamlamak için Ege’ye transfer olan Mehmet Ağabeyimiz, oradaki matbaanın yapımının bitmesine yakın emekli oldu.
Meslekte hayatının en zevkli, en heyecanlı ve en hareketli günlerini Samsun’da Hürriyet bürosunda çalışırken geçirdiğini söyleyen Mehmet Özşahin, foto muhabiri arkadaşı Trabzonlu Davuk Aktaş ile yaptıkları haberler sonrasında, o zaman hayatta olan Rahmetli Çetin Emeç tarafından habercilikte sınırsız bırakılmış, yeni bir ikili olarak Türkiye’nin dört bir tarafında önemli haberlere ve röportajlara imza atmışlardı. Karadeniz ekinde ve ana gazetede çarşaf çarşaf haberleri yayınlanmaya başlayan bu ikili, sık sık gündeme oturmaya başlamışlardı.
Yeşillikler içerisindeki evinin önünde, taşlıktaki koltuğuna yaslandıktan sonra, eşi gibi sigara ile arası olmadığını hatırlatan Mehmet Özşahin: ”Burada akşamları sadece bir kadeh kırmızı şarap içmenin keyfiyle zaman zaman eskiyi yad ediyoruz. Bu işi; gazeteciliği riskli yaparsan başın belaya girer, yapmasan da senden bu meslekte bir şey olmaz. Sıradan olursun.“ diyerek, şöyle devam etti “Bu meslek her zaman işsiz kalabileceğin ve sık sık kurum değiştirmek zorunda kalacağın bir iş koludur. 1975 Yılında Trabzon’un o zaman Uzun Sokak’taki Hürriyet bürosunda, İstanbul’da rahmetli olan Suavi Kaptan Ağabeyimizin yanında başlamıştım. Almanya’ya mecburen gittiğimde Hürriyet’in Berlin bürosunda da çalıştım.
1987‘li yıllarda Hürriyet’in başındaki rahmetli Çetin Emeç beni ve Davut Aktaş’ı çok tuttu.
O dönemlerde Samsun‘da yaptığımız bir haberde; Alman bir adam çocukları yurtdışına yabancı dil eğitimi vermek maksadıyla kandırıp getiriyor ama onları oradaki kamplarda Hristiyan yapıyorlardı. Bizde “İsa Mesihçiler“ diye bir haber yapmıştık. Bu haberden sonra Çetin Emeç bizi bir gün İstanbul’a çağırdı ve ondan sonra bizim önümüzü açtı. Yurdun değişik yerlerinde, bölgelerinde çok güzel işler yaptık, biliyorsun… Çetin Emeç hunharca bir silahlı saldırıya uğrayıp rahmetli olduktan sonra, Hürriyet’te gerçek habercilik çok büyük ama çok büyük darbe aldı. Yurt Haberleri Ajansı’nın başındaki rahmetli Taner Atilla ve yine rahmetli patron Erol Simavi’nin bile girmesin dediği önemli bir haberi, gazetenin başındaki adam Çetin Emeç kimseyi dinlemeden yayınlardı. Şimdi nerde böyle adamlar? “
Çetin Emeç, öldürüldükten sonra habercilikten soğumasına yine Hürriyet’te aynı büroda çalıştıkları ve emek verdikleri arkadaşları Metin Eroğlu’nun önemli bir haberinin gazetede yayınlanmamasından sonra işten çok soğuduğunu belirten Mehmet Özşahin, artık yıllardır bir emekli ve mesleğe hiçbir şekilde devam etmiyor, eşi de…
Çocuklarının her ikisi de mesleklerini ele alıp geçimlerini sağlamaya başlayınca, Artık birer yetişkin olan çocukları anne ve babalarına “ İsterseniz artık Fındıklı’ya dönebilirsiniz bizi merak etmeyin, gidin emekliliğinizi rahat rahat yaşayın.” demişler.
Haliyle Özşahin çifti, köylerine dönme kararı alınca Ankara’daki arkadaşları, dostları onlara şöyle söylemişler: “Sizin başınıza bir iş mi geldi de, bu güzel imkanları bırakıp, her şeyi bırakıp, her şeyinizi satıp sarmalayıp, köyünüze dönüyorsunuz.”
Onlarda arkadaşlarına, dostlarına şöyle cevap vermişler: “Yok bizim başımıza bir şey gelmedi. Artık sadece aklımız ancak başımıza geldi. “
Evet, bizde bu söyleşimizin sonuna gelirken, havanın hafifçe kararmaya başladığını gördük. Etrafı turlayan yeşilliğin ıslak koksunu içimize çektik. Toprağın kokusu havadaydı. Ahşap köy evlerinin arasında hele de hafiften çise atarken, Karayemiş’in dallarından akan derenin üzerine düşen damlacıklar notalar oluşturmaya başlamışlardı sanki, yağmurun dereye vurduğunda çıkardığı karışık sesler senfoni orkestrasına benziyordu. Yağmur taneleri bir de tahta damların üstüne düşerken, kuzine sobanın ateşinde odunların yanarken çıkardığı koku; çıtır çıtır seslere karışıp gidiyordu.
Çurçava’da akıp giden zaman sanki içine doğru daralır yüzünü asıp bazen kararır, ardından yeşil tonların güler yüzlülüğü güneşi görünceye kadar aranır, sağanak yağmur olunca toprağın ve çimenlerin dibine kadar sızar. Damlacıklar bu yöreye düşecek olmalarının sevincini yaşarlardı.
Kimi zamanda kanat olup doluya sele dönüşürler, amansız rutubetli soğuk günlerde kurumuş yaprakların cansız bir şekilde suya düşüşü, Arılı Deresi’nin üzerindeki uçuşan sinekler için alabalıklara karşı can simitleri oluştururlardı.
İşte böyle bir ortamı geride bırakarak; Özşahin çiftine, uzaktan kumandayla açılan bahçe kapılarından veda edip el sallayarak, dere boyunca aracımızla geri dönüşün yolunun tutup, yavaş yavaş uzaklaşmaya başlamıştık.